Blog

LGBTİ+ Kişiler İyi Ebeveyn Olabilir mi?

Uzm. Psk. Yeşim Selçuk

Prof. Dr. Ayhan Kalyoncu


 

Son günlerde basında yer alan bazı köşe yazarları Mustafa Ceceli’nin çocuğu ile ilgili velayet ve nafaka davasından yola çıkarak LGBTİ+ kişilerin ebeveyn olarak yeterliliklerini kişisel yargılarını ortaya koyarak değerlendirmekte ve küçük bir çocuğun hayatı hakkında yorum yaparak kamuoyu oluşturmaktadırlar. Bizler burada sizlere doğru bilgiler aktarmak için konuyu bilimsel olarak değerlendirmek istedik. Bu nedenle öncelikle cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimin algılanması ve kişilerin toplumsal cinsiyet rollerini nasıl edindiklerini anlatmaya çalışacağız; daha sonra da atanan cinsiyetten farklı cinsiyet kimlikleriyle yaşayan ve cinsel yönelimleri heteroseksüel olmayan bireylerin ebeveynlik yeterliliklerini literatür bilgileri ışığında değerlendireceğiz.  

lgbt-ireland-release-guidelines-current-legal-recognition-lgbt-parents-ireland.jpg

Geçmiş yüzyıllarda bir kişinin cinsiyetini belirleyen temel verinin cinsiyet kromozomları ve buna dayanan anatomi olduğu düşünüldüğünden XX kromozoma sahip bir birey kadın, XY kromozomuna sahip olan ise erkek olarak tanımlanmaktaydı. Bu durum her iki kategoriye uyuşmayan kişileri anormal olarak görmeyi de beraberinde getirmekteydi. Yıllar içinde, bu iki kategoriye uymayan kişilerin sayısı, çeşitliliği veya görünürlüğü arttıkça bilim dünyası herşeyi kromozomlar üzerinden açıklayamayacağını kabul ederek yeni hipotezlerle cinsiyet kavramını sorgulamaya başladı.

Bugün biliyoruz ki cinsiyet: kromozomlar, anatomik yapı (üreme organları vb.), testosteron ve östrojen gibi hormonların düzeyleri, kişiye dair öznel ve psikolojik faktörler (kendini bir veya birden çok cinsiyete ait hissediyor veya /hissetmiyor oluşu vb.) gibi birçok kavramın bileşiminden oluşan dinamik bir yapıdır.  Cinsiyet kimliğine paralel olarak, cinsel yönelim, yani bir erkeğe, bir kadına, ikisine, birçoğuna ya da hiçbirine karşı olan duygusal ve/ve ya cinsel çekimimiz de cinselliğin doğasının bir diğer boyutunu oluşturmaktadır. Bu sebeple, geçmişte “erkek” ya da “kadın'a" dair kabul ettiğimiz nitelikleri artık hep aynı kategorinin altında sıralayamayız.

Cinsiyete dayalı sosyal olarak oluşturulmuş kadınlara ya da erkeklere atfedilen beklentiler, davranışlar ve faaliyetler dizisini içine alan toplumsal  anlayışın da,  cinsiyet kavramının oluşumunda önemli bir payı olduğunu kabul etmeliyiz. Toplumsal cinsiyet rolleri; herhangi bir cinsiyet kimliğine sahip kişinin kendini atanmış cinsiyete göre tanımlaması ve bununla ilişkili kültürel normlara göre davranması beklentisini barındırıyor. Oysa ki toplumsal cinsiyet rolleri kendi içinde stabilite içermiyor: sosyo-ekonomik, siyasi  kültürel bağlam, ırk, etnik köken, sınıf, yaş, cinsel yönelim, medya ve popüler kültür gibi değişkenlere göre devamlı değişim gösterebilir.Kadının çalışma hayatına girmesiyle birlikte heteroseksüel evli çiftlerde ev içi sorumlulukların çiftler arasında paylaşılmaya başlandığının görülmesini buna bir örnek olarak verebiliriz.

Toplumsal cinsiyete etki eden her bir değişken farklılaştıkça toplumsal cinsiyet kavramı da zamanla birlikte dönüşüme uğruyor ve bireylere dönük beklentiler yeniden tanımlanıyor ve bu beklentiler bireysel düzlemden çıkarak ebeveynlik kavramına da büyük oranda etki ediyor.

İyi ebeveynlik mi sağlıklı ebeveynlik mi?

Equinox

Hangi  cinsiyet kimliği ya da cinsel yönelime sahip olursa olsun, her ebeveyn çocuğunu mevcut koşulları ve becerileri bazında “iyi” yetiştirme eğilimi içerisinde çeşitli becerileri sergilemeye çalışır. Bu ebeveynlik becerileri toplumsal cinsiyet rollerini etkileyen popüler kültür ve mevcut ekonomik şartlar gibi değişkenlerle bireylere yeni yeni misyonlar yüklemektedir.

Bir örnek vermek gerekirse neoliberalizmle birlikte artan biçimde bireysel sorumlulukların yüceltildiğini ve  bireyin aile hayatı içinde de aynı sorumluluğu ebeveyn rolüne girerek yerine getirmesinin teşvik edildiğini görmekteyiz. Bu teşvikle, birey ebeveyn rolüne girdiği andan itibaren, aile içinde normallik üretme sorumluluğuna tabi tutulmakta ve çocuklarının kendini gerçekleştirme potansiyelini ve mutluluğunu en üst seviyeye çıkarma misyonuyla yüklenmektedir. Farkında olarak ya da olmayarak bireyler performansa dayalı ebeveynlik becerileri sergilenmekte, diğer ebeveynlere göre “yeterince iyi ebeveyn olma” rekabeti içine girmekte ve bunu yerine getiremediği anlarda da yetersizlik ve başarısızlık duygularıyla kuşatılmaktadır.  Bu yıkıcı duygular içe döndüğü gibi çocuklara da yöneltilerek gündelik dilde sıklıkla duyduğumuz “proje çocuk” konseptini beraberinde getirmektedir. Endişe içindeki ebeveynler okudukları, duydukları ya da gördükleri her yeni bilgiyi kendilerine, ilişkilerine, evliliklerine ve çocuklarına bölük pörçük yontarak, biteviye kendilerini ve partnerlerini denetleyerek yaşam alanlarını günden güne daraltabilmektedir. Üstelik bu durum hedeflenenin aksine çocukların potansiyel iyiliğinin devamlı sorgulandığı zihinsel süreçlerin iç sesin önüne geçtiği yapay ve tutarsız ortamlar yaratabilmektedir. Oysa ki öncelikle bireyin, kendine dönük cezalandıran ve talepkar iç sesi yerine; destekleyici, öz şefkat verebilen ve duruma uygun sınırlar ve hedefler koyan daha esnek ve kendine güvenli bir iç sesin varlığına ihtiyacı vardır. Bu ses içeride olduğu ölçüde dışarıya, eşe, ilişkiye ve çocuklara yansıyarak sağlıklı bir ebeveynlik pratiğine dönüşebilir.

Peki yalnızca heteronormatif olan mı sağlıklıdır?

Equinox

Heteroseksüel ve cisgender olmanın "normal" olduğu fikrinden hareketle bu kalıba uyanları onaylayan, tercih eden ve bu kalıba uyulmasını bekleyen normlar bütününe heteronormativite denir.  Bir şeyin "normal" kabul edilmesi, dışında kalan diğer şeyleri koşulsuz biçimde “anormal” olarak tanımlar. Ötekileştirmenin temel aldığı yer de tam olarak burasıdır.

Heteronormativite cinsiyet rollerinin değişmez, atanan cinsiyetimize bağlı şeyler olduğu ve kadınlarla erkeklerin tanımlayan belirli kalıpların olduğu varsayımından beslenir. “Kadın gibi kadın” ya da “adam gibi adam” tanımlarının içeriğine uygun olarak; kadın bedeniyle doğmuş olanların toplumsal cinsiyet rollerine uygun olarak tanımlanan kadın gibi, erkek bedeniyle doğmuş olanların da toplumsal cinsiyet rollerine uygun olarak tanımlanan erkek gibi davranmaları beklenir. Böyle bir yaklaşım geleneksel ve kabul gören erkeklik veya kadınlık kalıplarının bir biçimde dışında olan kişilerin aşağılandığı, damgalandığı, heteroseksüel olmaya zorlamak adına şiddete maruz bırakıldığı heteroseksizm ile sonuçlanır. Şiddet her zaman için fiziksel öğeler içermemektedir. Açık bir nefret söylemi, şaka yollu aşağılamalar, küçümseyen bir dil ya da kurduğu sosyal bağlam, ilişkiler ya da ebeveynlik becerilerine dönük atfedilen olumsuz kalıp yargılar da sözel şiddetin bir ürünüdür.

Mustafa Ceceli’nin eski eşinin cinsel yönelimi üzerinden yola çıkarak “iyi annelik yapamayacağı” iddiasında bulunması ne yazık ki tam da bu ayrımcılığın söyleme yansıyan bir biçimidir.  Bu iddianın insan hakları ihlali içeren boyutu bir yanda dursun, biz bilimsel verilerin bu konuda neler söylediğini birlikte inceleyelim.

LGBTİ+ ebeveynler tarafından yetiştirilen çocuklara dair çalışmalar neler söylüyor?

Equinox

Mustafa Ceceli ve eşi üzerinden yürütülen tartışmalar Ertuğrul Özkök gibi yazarlarca  tarafların mahremiyetin ihlali üzerinden yapılıyor gibi ülkemiz gündemine yansıyor olsa da; aslında Ersoy Dede gibi yazarlarca eşcinsellerin ebeveynlik haklarını sorgulamaya kadar varabiliyor. Bu durum bize dünyanın birçok ülkesinde benzer mentalitelerdeki kişilerin aynı cinsiyetteki çiftlerin evlenmelerine izin verilmemesine ve hatta ebeveynlik haklarının ellerinden alınmasına yönelik yasal uygulamaların yapılmasına zemin hazırlıyor. Bir çok ülkede bu konular LGBTİ+ çiftlerin ebeveyn olarak uygunluğu hakkındaki araştırma sonuçlarının ve teorilerin tartışılması biçiminde daha büyük ölçekte ve bilimsel bir temelde ilerliyor.

ABD sayım bürosunun 2011’deki verilerine göre: 1960'da çocukların% 88'i iki ebeveynle yaşamaktaydı. 2011 itibariyle bu oran% 69'a düştü. Bugün, çocuklar birbirinden farklı aile ortamlarında yetişmekte. Örneğin, çocukların yaklaşık% 11'i boşanmış anneler,% 1.7'si boşanmış babalar ve % 3.9'u evli olmayan ebeveynlerle büyümektedir(1). Yine yapılan çalışmalara göre ABD de 2015 yılı itibarıyla 18 yaşın altındaki 3.7 milyon çocuğun; LGBTİ+ ebeveyn veya ebeveynlere sahip olduğu ve yaklaşık 200.000 çocuğun aynı cinsiyetten çiftler tarafından yetiştirildiği tahmin edilmektedir. (2)

Son yıllarda birçok ülkede aynı cinsiyetten çiftlerin evlenmelerine izin verme konusundaki yasal ve siyasi tartışmalar, sosyal bilimcilerin güncel bilimsel veriler ışığında bu çiftlerin ebeveyn olarak uygunluğuna dair görüşlerine odaklanmıştır. 2010 yılında Biblarz TJ, Savci E, LGBTİ+ aileler hakkındaki literatürü inceleyerek yaptıkları derlemede 1990 lara kadar eşcinsel evliliklerin dünyanın herhangi bir yerinde yasal olarak tanınmadığını dolayısıyla LGBTİ+ ailelerin kayda değer zıtlıklar ve hoşgörüsüzlüklerle karşı karşıya kaldıklarını vurguladılar. lar. Halbuki elde ettikleri sonuçlara göre  cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerinin, ebeveynlik de dahil olmak üzere aile rolleri ve ilişkileri için uygunlukla neredeyse hiçbir ilgisi olmadığı sonucuna ulaştılar.(3)

2015 yılında Gates, G.tarafından  farklı görüşlerdeki birçok makale incelenerek yapılan bir diğer derleme çalışmasına göre de; aynı cinsiyetten çiftlerin, en az farklı cinsiyetteki çiftler kadar iyi ebeveynlik becerilerine sahip olduğu sonucuna ulaşılmıştır (2).

Çalışmada yer alan birçok araştırmadan edinilen verilere göre: aynı cinsiyetten ya da farklı cinsiyetten ebeveynlere sahip çocukların ruh sağlığı ve refahına dair farklılıklar, ebeveynlerin cinsiyet kimliği ya da cinsel yönelim kombinasyon farklılıklarından kaynaklanmamaktadır. Aynı cinsiyetten çiftler tarafından yetiştirilen çocukların, ortalama olarak daha fazla aile istikrarsızlığı yaşadığı görünmekle birlikte; bu istikrarsızlık, çoğunun farklı cinsiyetten olan ebeveynler tarafından dünyaya getirilmiş; ancak aynı cinsiyetten çiftler tarafından yetiştirilmiş olmasına dayandırılmaktadır. Araştırmacılar bu paternin de günden güne değiştiğini ifade etmektedir. Çünkü sosyal damgalamanın azalmasıyla birlikte daha fazla LGBTİ+ birey yaşamın erken dönemlerinde açılmaktadır. Bu durum da damgalamaya maruz kalmamak adına farklı cinsiyetten bir partnerden çocuk yapma oranını düşürmektedir. Bunun yerine, yasal düzenlemeler ve gelişen teknolojiyle birlikte LGBTİ+ çiftler evlat edinme ya da alternatif üreme yöntemleriyle kendi çocuklarına sahip olma eğilimi sergilemektedir. Geçmiş yıllara kıyasla LGBTİ+ çiftlerin çocuk sahibi olma oranı daha düşük görünse de, aslında çocuk sahibi olanların aynı cinsiyetten olan ebeveynlerle sahip olduğu istikrarlı ilişkilerde doğan çocuklar olma olasılıkları daha yüksektir. Aynı cinsiyetten çiftlerin evlenme hakkı bazı ülkelerde güvence altına alındığından dolayı, bu durumun da hızla değiştiği gözlenmektedir. (2)

Ülkemiz gündemi sığ sularda yüze dursun, dünyada daha çok aynı cinsiyetten çiftler evlendikçe, bu evliliklerin çocukların refahını nasıl etkilediğine dair anlayışımıza katkıda bulunabilecek yeni araştırma soruları ortaya çıkacak gibi görünüyor.

Referanslar

(1) U.S. Bureau of the Census. Table C9. Children/1 by presence and type of parent(s), race, and Hispanic origin/2: 2011. Current Population Survey, 2011, Annual Social and Economic Suppliment. 2011b Retrieve 3/30/2012.  

http://www.census.gov/population/www/socdemo/hh-fam/cps2011.html.

(2)    Gates G.  Same sex couples and unmarried partners in the American Community Survey, 2008. The Williams institute; 2009. Retrieved 4/13/2012.

http://williamsinstitute.law.ucla.edu/wpcontent/uploads/Gates-ACS2008FullReport-Sept-2009.pdf.

(3) Biblarz TJ, Savci E. Lesbian, gay, bisexual and transgendered families. Journal of Marriage and Families. 2010;70:480–487.